KİTAP YORUMU: GÖREMEDİĞİMİZ TÜM IŞIKLAR – A. DOERR

goremediğimiz-tum-ısıklar

0000000633364-1 


Göremediğimiz Tüm Işıklar

Yazar: Anthony Doerr
Sayfa Sayısı: 576
Yayınevi: Koridor

Puan: ★★★★☆


________________________________________

// IDEFIX // D&R //  GOODREADS // 1000KİTAP //

__________________________________________________________________

Özet:

Marie-Laure, bir müzede kilit ustası olan babasıyla birlikte Paris'te
yaşamaktadır. Gözleri gün geçtikçe daha az görmeye başlayan
Marie-Laure, altı yaşına geldiğinde kör olur. Babası ona yaşadıkları
mahallenin mükemmel bir minyatürünü yapar, böylece her yeri parmaklarıyla
ezberler ve artık dışarı çıktığında evinin yolunu bulabilecektir.
Fakat bir sabah savaşın kara bulutları şehrin üzerine çökünce, yanlarında
müzeye ait içi sırlarla dolu bir taş ile, Saint-Malo'da deniz kenarında
bir evde yaşayan, yirmi yıldır dışarı adım atmamış olan amcalarının yanına
gitmek zorunda kalırlar.

Almanya'da bir maden kasabasında kız kardeşi ile birlikte bir yetimhanede
büyüyen Werner'in önündeki tek seçenek, on beş yaşına geldiğinde babasının
öldüğü madende çalışmaktır. Işık kadar beyaz saçları ve sonsuz merak içinde
yüzen zihni ile Werner özel bir çocuktur. Bir gün şans eseri eski bir radyo
bulup onu çalışır hale getirince ve karşılaştığı her elektronik aleti
dakikalar içinde tamir edince, bir subay tarafından keşfedilir ve sonradan
bir katil ordusu olduğunu öğreneceği özel bir okula gitme fırsatı
elde eder. Orada dâhi olmasının bedelini ödeyip, hayatın acı taraflarına
tanıklık ederken, kendisini Marie-Laure ile kaderlerinin kesişeceği 
Saint-Malo'da bulur.

“Gözlerinizi açın, çocuklar, ve sonsuza kadar kapanmadan önce onlarla ne kadar çok şey görebilirseniz görün.”

Bu söz birçok kez karşınıza çıkıyor kitapta. O kadar çok çıkıyor ki, artık sözlerin sırasını ezberliyorsunuz. Ezberledikçe de üstünüzde bıraktığı etki daha da artıyor. Bu kitaptan aldığım tat cidden farklıydı. O yüzden yazmayı çok istedim.

Özeti de okuduysanız, bu kitap Hitler’in yeni yükseldiği zamanlarda yaşayan Alman bir çocuk ve Fransız kör bir kız arasında geçiyor. Aslında kitabın anca sonlarına doğru tanışan ikilinin detaylı bir geçmişini öğreniyoruz ilk sayfalarda.

Kitabın okuduğum sayfaları birer birer arttıkça kitabın kapağında yazan bir şey aklıma daha çok gelmeye başladı. Yazarın 10 yıl boyunca yaptığı çalışmaların ve araştırmaların meyvesiymiş bu kitap. On yıl uzun değil mi, demeyin. Kitabı bir okuyun. İki ana karakterimiz de iki farklı alanlarda zekiliğini kanıtlayan gençler olarak karşımıza çıkıyor. Werner elektronik konusunda bir deha iken, Marie-Laure de babasının iş yerindeki bir profesör sayesinde tanıştığı deniz canlılarının bilimine kaptırıyor kendini. Bu arada bu iki apayrı bilim dalı kitaplardan yahut radyodan gelen bilgilerle karşımıza çıkıyor. Ayrıca Hitler dönemi de realistik bir şekilde anlatılmış durumda.

Yazarın dili kuvvetli, kitap akıcı. Bir oturdunuz mu, yarıya kadar gelebileceğiniz bir roman bu. O kadar ödülü almasının bir nedeni var, tabii. Dil açısından en şaşırdığım şey betimlemelere çok yer verilmemiş olması. Karakterlerin sadece birkaç, dikkat çeken dış özellikleri. Sadece o kadar. Yazar olay örgüsüne odaklanmış gibi. Ayrıca kitap bir sürü metafor da barındırmakta.

Olaylar gerçekçi. Belki karakterler gerçek değil ama, olayların o dönemde yaşayan bazı insanların başına gelmiş olması muhtemel.

Açıkçası olay örgüsünden çok karakterler daha dikkatimi çekti. Hepsini en ince detayına kadar bulabiliyorsunuz. Her karakterin düşündüğünü, bir sonraki hareketinin ne olduğunu anlayabiliyorsunuz. Çünkü yazar bilmenizi istiyor. Sadece baş karakterler değil, tüm karakterler açık bir kutu. Bir diğer dikkat çekici özellik iki paralel hikayenin olması: Marie-Laure ve Werner’ın hikayeleri.

Marie-Laure, altı yaşında kör olmuş bir kız. Paris’de babasıyla yaşıyor. Babası da müzede çalışan anahtar görevlisi ama kilitlerde tam bir usta. Kızı kör olmasına rağmen ona o olmadan da yaşamasını öğretiyor, sanki ileride başına gelecekleri biliyormuş gibi! Kitabın ileri sayfaları da Marie-Laure’nin azminin babasının sayesinde olduğunu hissettirdi bana. Ama Marie-Laure cesur olmasının nedenini sadece öyle olmak zorunda olmasına bağlıyordu.

Marie-Laure’nin babası adeta tapıyor kızına. Tüm hayatını ona adamış, hata ona Paris’deki evinin ve mahallesinin küçük bir minyatürünü yapmış. Kızına da o şekilde öğretmiş tüm yollarını. Babasının müzeden aldığı önemli bir görev sebebiyle, ayrıca Paris’in de artık güvenli olmaması sebebiyle, Paris’den ayrılıyorlar ve kendilerini en sonunda Marie-Laure’nin büyük amcasının yanında, Saint-Malo’da buluyorlar. Savaş oraya da sıçrıyor. Ne yazık ki, birinin ihbarı üzerine (sadece kızının minyatür şehri için ölçüm alıyordu oysa) polisler alıp götürüyor babasını.

Werner ise kalbi temiz bir çocuk. Elektrik konusunda inanılmaz bir yetenek. Ne var ki, yetim olduğu için o da 15 yaşına varınca sonunun maden olacağını biliyor. O yüzden, küçük kız kardeşinin ikazlarına rağmen askeri okula gidiyor. Kötü hislerle gitmiyor da üstelik. Her Alman gibi Hitler’in palavralarına inandığı için ülkesi adına da orada olmak istiyor, ama dedim ya çok iyi kalpli, okuldayken bazı şeyleri idrak etmeye başlıyor. Orada da keskin zekası sayesinde diğer öğrencilerin arasında göze çarpıyor. Ama uğraşsa da sonu yine savaş oluyor. Düşmanların yasadışı radyolarını dinleye dinleye yolu Saint-Malo’ya düşüyor. Bu iki, alakasız gibi görünen çocuğun (daha sonra genç oluyorlar elbette) kaderlerinin birleşmelerine tanık oluyoruz.

Ayrıca beni büyülen bir şey daha var. Her karakter özel. Her karakterin düşünceleri yansıtılmış. Her karakterin bir sonu var, biri hariç.

Göremediğimiz Tüm Işıklar unutulması zor bir roman. Aklınızı sık sık ziyaret ediyor. Ne çok romantik, ne çok kasvetli. Sadece boğazınızda bir yumru bırakıyor, savaşın gençlere yaptıkları tüylerinizi diken diken ediyor. Kurgu olduğunu biliyorsunuz, ama tüm bunların savaşlar yüzünden başka birinin başına gelebileceğini belki de çoktan gelmiş olduğunu da biliyorsunuz.

“Savaşın hayalperestlere yaptıkları…” 


 

Günün şarkısı:

Ozan Unlu – Ben Ölürsem

Leave a comment